29 Nisan 2010 Perşembe

Uçur beni Germanwings..

Dün gece Sabiha Gökçen'den kalkan Germanwings uçağının yaklaşık 40 dakika rötar yapmasına pek şaşırmadım. Normalde uçuş saati 03:50 olmasına rağmen 04.10'a kadar uçağa yolcu alınmayınca kimi yolcular "Hala niye bekliyoruz diye?" homurdanmaya başlamıştı.Bazı Almanlar ise 03:30 civarı "Hadi artık binmemiz lazım" diye söyleniyorlardı ki uçuş saati öyle gözüktüğü gibi değildi.

Uçağın 04:30 civarı kalkmasının suçlusu 06.00 da açılan Stuttgart havaalanı.(belki de sadece uluslararası uçuşlar için böyledir)İstanbul-Stuttgart uçuşu aşağı yukarı 2,5 saat sürüyor aradaki 1 saatlik farkı göz önünde bulundurusak Almanya'ya vardığınızda 1,5 saat atıyor. Daha erken kalkan uçağı bulutların arasındaki Germanwings tesislerine çekemeyecekleri için ufak bir rötarla kalkıyorsunuz. Niye 04:30 yazmıyor uçuş saatinde de, 03:50 uçuşu her seferinde rötarla kalkıyor acaba? Her seferinde bu cinliği yapmalarının bir sebebi vardır elbet...

Ne diyelim Alman firması, Türkiye'deki havaalanı: Üzüm üzüme baka baka kararır..

Fener gol gol gol, şampiyonluk geliyov..

İstanbul'da olduğum sürece maçları izleyemedim dolayısıyla maçlar hakkında bir şeyler karalayamadım. Bu arada da bizim şampiyonlar ligi hedefi de bir başka bahara kaldı. Fenerbahçe şampiyonluğa yakın takım, büyük takım gibi oynamaları halinde kalan 3 maçta şampiyonluğu bırakacaklarını zannetmiyorum. Diğer yandan Bursaspor için 1 puan arkada beklemek, 1 puan önde olmaktan daha iyi. Şimdilik uzun süre şampiyonluk stresini kaldırabilecek kadar büyük bir takım değiller. Şu an için yapabilecekleri şampiyonluğu alıp kaçabilmek, Fenerbahçe izin verirse tabi.. Yandaki adama bağlı biraz şampiyonluk anlayacağınız.

..

Dün akşam İstanbul'dayken izlediğim tek maç için televizyon başındaydım: Barcelona-Inter.. Annem maçtan önce "Kimi tutuyorsun?" diye sorduğunda "Barcelona'nın futbolcuları, Inter'in teknik direktörünü" demiştim. Sonuçta ikisi de kazanmış oldu. Ama gecenin asıl kazananı maç sonunda parmak kaldırıyordu. Maçta hakem hatası da vardı, teknik direktör hatası da, savunmanın en bi güzeliyle, hücumun en bi çeşitlisi de. Maçtaki en leziz sahne ise savunmasının üzerine hücum sosu serpiştirip bizlere sunan Pique'nin attığı goldü. Attığı gol ofsaytmıydı değil miydi? Bana hafiften ofsayt geldi, ama hakem golü vermiş. Ben golün tadına doyamadım, gerisi mühim değil. Barcelona'ya giden olursa iki-üç kilo Pique alıp geldiğinde Servet'e yedirse ne güzel..

..

Bu boru nasıl boru Erman Hoca? Reklam saçmadır, kötüdür, komiktir veya o boru başka borudur beni çok ilgilendirmez. Ancak reklam serisinin dün izlediğim bölümünde sokak borularının "bu boru başka boru"yla değiştirilmesi sayesinde, çocuklar sokakta maç yapabiliyorlardı. Tuhafıma gitti.Hadi Erman Hoca'nın gözünden kaçtı, reklam ajansı ve firma da mı uyudu? Yollarda su gölleri olmasın iyi güzel de, bu sayede çocuklar sokak ortasında top oynuyor yaşasın "bu boru başka boru" diye reklamı onun üzerine kurmak hangi cin fikirliden çıktı acaba?

17 Nisan 2010 Cumartesi

Uçarak Volkan'dan kaçış..


Lincoln misali Volkan'dan kaçtım. Arkamdan havaalanını kapatmışlar.

Yazılar bir süre daha seyrekliğini sürdürebilir.Bakalım bizim memlekette neler olmuş?

13 Nisan 2010 Salı

Abov..

Bu tarz müziği pek dinlemem, orada burada karşıma çıkınca da "Abov,ne de güzelmiş yarappii" diyiveriyorum. Oryantasyonu sağlayan amcam (eskiden bıyıklıymış,kesmiş adama benzemiş) Yanni Chrysomallis böyle şeyler yapıyormuş senelerdir..

Ben.. ben.. ben gerçekten bilmiyorum. Neler kaçırıyoruz yahu?



PS: Şaheserin tamamını dinlemek isterseniz: Yanni (Live at Acapulco) - Within Attraction

12 Nisan 2010 Pazartesi

Galatasaray 4 - 1 Diyarbakırspor

“Vurmayın artık adam öldü” herhalde bugünkü maçta Diyarbakırspor için söylenebilecek en güzel söz. 3 oyuncusu sakatlanıp çıktı, kalecisi maçın başında bile sağlam değildi. Maçı öyle ya da böyle bitirebildiler. Diyarbakırsporluların bu maçtan puan çıkartacaklarını düşündüklerini zannetmiyorum, o yüzden onların için en büyük temenni sakatlıkların ciddi olmamasıdır. Galatasaray’a gelince çok müthiş oynadı, dağıttı demek tam anlamıyla “4-1” e bakıp söylenebilecek bir şey olurdu. Oynadılar işte, çok zorlamadılar. Diyarbakırspor da Galatasaray’ı çok zorlamadı, yenildiler ve evlerine dönüyorlar. Galatasaray da kazandı, yoluna devam ediy..

Futbol dışındaki olaylar bu maçta daha önemliydi. Beş dakikalık sessizlik, tezahüratlar ve Jo topa dokunduğunda öten alarmlar... Maçın başındaki protestodan herkes haberdardı. Futbolcuların haberdar olmaması düşünülemez. Haklıydı, haksızdı tartışılır. İyi giderken beğenisini gösteren taraftar kötü giden bir şeyler olduğunda buna tepkisini gösterebilir veya kötü günde de desteğini eksik bırakmayabilir. Öyle oldu zaten, Ali Sami Yen’de herkes birbirini protesto ediyordu. Kimisi futbolcuyu kimisi futbolcuyu protesto edeni..

Protestolardan Arda da nasibini aldı Jo da. Jo’ya yapılan protestonun pozitif etki yaratabileceğini düşünürken Arda’ya yapılan protestonun Galatasaray’a ne kadar yarayacağını çözebilmiş değilim. Arda da Galatasaraylı yani Galatasaray taraftarı. Galatasaray yenilince tribündeki bazı insanlardan çok daha fazla üzülen bir Galatasaraylı belki de. Onu üfürüklemenin onu kendine getirebileceğini düşünmüyorum. Kız arkadaşı varmış,olur. Kafayı kız arkadaşına takıp kötüde oynayabilir bir iki maç, çünkü o da insandır. Bu çocuğun bu sezon kaçıncı maçıydı Diyarbakırspor maçı? Neler yaptı şimdiye kadar? Üfürelim de üfürelim, kötü oynuyor üfürelim. Arda o tribünleri bilir,o sahanın çimlerini bilir. Arda’ya üfürürsen kırarsın çocuğu golden sonra takımı toplar kulubeye gider. Diyelim ki, Manisaspor maçını kazanan bir Galatasaray Ali Sami Yen’de Bursaspor ile karşılaşacak. Maçın başında çağırın Arda’yı üfürün. Sonra da asist yapsın, gol atsın isteyelim. Muhteşem oynasın..Oynar.. :)


Jo’nun durumu ise biraz daha farklı. City’de tutunamadı, Everton olmadı ve sonra bize geldi. Yetenekli bir futbolcu olduğu kesin ancak kafası şampanya şişelerinde, partilerde kaldıysa onu uyandırmak için yapılan protesto iyi bir uyarı olabilir. Çünkü oynadığı futbol yüzünden ıslıklanmadığını o da biliyor, ne yaptığını Jo daha herkesten iyi biliyor. Yarım sezon bile oynamadığı bir kulüpte ıslıklanıyor. Kısacası; Galatasaray’ın işine yarayabilecek bir futbolcuysa “Ne yapıyorum ben, şu halime bak.. Kaç maç oynadım, topa dokunduğumda ıslıklanıyorum.” diyip kendine gelir. Gelmezse de keyfi bilir, saçlarını yanına alıp gider..

11 Nisan 2010 Pazar

Neler olmuş - 13

Hugo Çavuş gene rahat durmamış Amerikalılara giydirmiş. Amerikalılar “Venezuella teçhizat almış askerisinden, ne ayıp.. Canımız sıkıldı bakın bu işe” diye açıklama yapınca, “Kekolaşmayın,Yankiler” diyerek karşılığını vermiş. “Savunmada eksikliklerimiz var, Rus stoper lazımdı, bizde aldık. Böylece havadan tepemize inebilecek toplara karşı önlemimizi almış olduk.” diye devam eden Chavez; Küba purosunu yakıp,İran çayını yudumlamış. Bunu gören Amerikalılar durur mu? Durmaz. “ Valla sizin defansınız iyiydi ama hadi neyse alın ama uzaklara kiralarsanız bu oyuncuyu bozuşabiliriz. Yani İran ile iyi ilişkilerimiz olsun diye onlara kiralamaya niyetiniz varsa, bunu iki kere düşünseniz iyi olur. Sizin iyiliğiniz için valla..” diyerekten aba altından beyzbol sopalarını sallamışlar.

Hugo Çavuşla Amerikalıların arasının limoni olmasını sağlayan Ruslar, şu sıralar imzalanan anlaşma (START) nedeniyle Amerikalılar ile “kanki” gibi gözükseler de Pravda’daki yoruma göre; Ruslar Washington’un Romanya’ya kondurmakta kararlı oldukları füze savunma sistemini ne affetme ne de unutma niyetindeler. Ruslar, sattıkları silahların Amerikalıların doğu Avrupa’da yapmayı planladıklarıyla karşılaştıramayacağını düşünseler de bu satışın da bir sebebi var: Dünya Futbol Tesislerinde şimdiye kadar “Top benim oynatmıyorum” diyen Amerikalılara “Artık bizim de topumuz var başkalarının da” diyerek oynadıkları şahsi futbolu gözden geçirmelerini ,çünkü sahadaki kaliteli oyuncuların sayısının arttığını hatırlatmak. Rusların inandığı bir başka konu ise, ne olursa olsun Rusya’nın Güney Amerika kıtasında stoperlerini(!) pazarlayacabileceği bir müşteriye sahip oldukları.
(Kırgızistan'da olanlar ise top, saha seçimi konusunda paranın dik gelmesi herhalde.Fotograf Bişkek'teki son olaylardan... ve malesef evet..yerdeki amcam bir sonraki maçta kaleye geçemeyecek.)

Real Madrid 0 - 2 Barcelona

Dün akşam evde kalmayı tercih eden futbol tutkunları büyük bir keyifle Real Madrid – Barcelona maçını izlemişlerdir. Maçı uzun uzadıya anlatmak yerine dikkatimi çeken iki noktayı karalayacağım. İlk olarak Barcelona’nın bizim takımlarımızdan alıştığımız bir ezberi bozmuş olması, yani defanstan topu bilinçsizce ileriye vurmaları izlediğimiz arkadaşlarla bir kez daha gözümüze çarpıyordu. Öyle ki, bir arkadaş ikinci yarıda “Vurun lan,dikin şu topu bi kere de” diye isyan ediyordu. Maçın uzatma dakikalarında bir kere ileriye doğru topu “diktiler” onda da Guardiola hemen ayaklandı. [Barcelona'nın oynadığı futbol ile ilgili bir çok nokta var aslında - gerek bireysel: parnak basılması gereken başka bir nokta olarak Xavi; gerekse takım olarak:top Valdes'e gelmesin diye savunmayı iyi yapmak gibi- ama ben başka bir noktaya parnak basıcam.]

Dikkatimi çeken bir başka nokta ise Barcelonalı futbolcuların Real Madridlilere karşı olan mental üstünlüğüydü. Maçın kaderini değiştiren veya değiştirebilecek üç pozisyon: Pedro, Van der Vaart ve Ronaldo’nun pozisyonları. İlkinde Pedro daha topu alırken ne yapacağını biliyor,kendine güveniyor ve sol ayağıyla (ki sağ ayağına daha hakimdir) güzel bir plaseyle takımını 0 - 2 öne geçiriyordu. Golden sonra Guti’nin nefis arapasıyla kaleciyle karşı karşıya kalan Van der Vaart ise çok daha rahat bir pozisyonda topu kaleci Valdes’in üzerine nişanlıyordu. Oysa ki sol köşeye sol ayağının içiyle ( ki sol ayağına daha hakimdir) plaseyi bırakıcak kadar zamanı vardı. Bu pozisyondan sonra Ronaldo önüne aldığı topla soldan yanaklarını şişire şişire dümdüz gidiyor, daralan açısıyla vurduğu şut gene Valdes’in üzerine gidiyor ve sonuçsuz kalıyordu.

Mental üstünlük bunun neresinde mi? Pedro top ona doğru gelirken doğru hamleyi düşündü ve sonrasında uyguladı. Sonucunda kaleciyle karşı karşıye kaldı ve gene doğru vuruşu yapıp topu köşeye yuvarladı. Topu dümdüz önüne doğru alsa idi, yanındaki defans oyuncusu (Arbeloa’ydı sanırım) önünü kapatabilirdi. Şut için biraz daha beklese veya panikleyip kaleye daha çok yaklaşmak istese önü kapanırdı ve golü atamazdı. Kendine güvendi ve doğru olanı düşünüp uyguladı, çünkü kafasında “Atamazsam bana şöyle böyle deler mi?” derdi yoktu, doğru bildiğini (veya ona öğretileni) yaptı. Van der Vaart ise karar veremedi, düşünmeden ayağının içiyle dümdüz vurdu, daha doğrusu topun köşeye gitmesini ümit ederek sol ayağını topa doğru salladı. Aklında “Hep yapıyorum bunu, evet yapıyorum. Sol ayağımla şöyle sallasam gol olur.” vardı, ondan bir saniye önce de “Kaleci ile karşı karşıyayım ne yapsam,ne yapsam?Sağa mı atsam, sola mı?” diye düşünmüştü muhtemelen. Kafasındaki soru işaretleri ve güvensizlik Van der Vaart’ı topu kaleye sadece yollamaya itebildi ve sonucunda gol olmadı. Olsaydı,maç biraz daha hareketlenebilirdi. Ronaldo’nun pozisyonunda ise, Ronaldo’nun amacı önüne atılan topla kale çizgisine doğru en hızlı şekilde ulaşmaktı. “En çabuk şekilde oraya ulaşayım, kimse gelmeden şutumu çekeyim gol olsun. Messi attı, yenilsek de en azından ben de gol atmış olurum” vardı. Oysa ki ceza sahasına yaklaştığında biraz daha yavaşlasa önündeki defans oyuncusunu ekarte edip daha iyi bir açıdan daha tehlikeli bir gol vuruşu yapabilirdi veya diğer defans oyuncularının kendi üzerine gelmesiyle diğer arkadaşına asist yapabilirdi. Ama kafasında “Öcüler geliyor, koşa koşayım vurayım, atarım ya nası olsa. Zaten çok hızlı koştuk saçlar bozulmamıştır inşallah” vardı.

Real Madrid aynı pozisyonları Barcelona karşısında değil, başka bir takım karşısında yakalasaydı; Ronaldo defans oyuncusunu geçmeyi deneyebilir, Van der Vaart da topu köşeye plaseyebilirdi. Real Madridli futbolcular “Biz en iyiyiz, biz çok iyiyiz, biz muhteşemiz” derken kafalarında bir soru vardı; saklanmış, gizlenmiş bir yerlerde: “Barcelona’dan da iyi miyiz?” Bu soru onları yedikleri gollerinde etkisiyle mental açıdan iyice zor duruma soktu. Ancak unutmamak lazım ki, bu takımın önemli parçaları sene başında takıma katıldı ve ilk sezonda çok büyük başarıların gelmemesi anlayışla karşılanabilir... ya da Real Madrid olduğu için karşılanamaz. Bir sistem oturtmak ve onunla beraber gelecek mental olgunluk için çabalamak kısa vade de bütün kupaları size getirmeyebilir, uzun vadeli planlar yapacak sabırlıysanız başarı ileride bir yerde bekliyordu. Size de bir yerlerden tanıdık geldi mi?

PS: Barcelona şampiyonluğa koşar adım gidedursun, Madrid’in de şansının tamamen tükendiğine pek inanmıyorum.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Alkolik hareket engellenemez!

Michael Christiansen, kamyonculuğu iki sene önce bırakmış, şimdi sendika sözcülüğü yapıyormuş. Derdi büyük: Danimarka’daki Carlsberg tesislerinde, çalışanların iş saatinde içtikleri biralara sınırlama getirilmek istenmiş. Yetkililer; “Öğle yemeğinde, küçük plastik bardakla 3 bira içersiniz, yeter size fazla bile” demişler. “100 senedir bu böyle arkadaş, siz kim oluyorsunuz da bunu değiştirmeye çalışıyorsunuz” diyen Michael ve arkadaşları grev önlüklerini giymişler.

Bira içebilmenin önemi Carlsberg çalışanları için tartışılmaz. Çalışanlar sözleşmelerini imzalarken, ”Beleş bira yoksa biz de yokuz!” diyerek aylık 2 kasa beleş bira maddesini de ekletmişler. Biranın önemi hakkında ve çalışma saatinde bira içmeleri konusunda dertlenenforkliftçi Martin Juralowicz “Arada bi keyfimiz oluyor, şarkı söylüyoz, ıslık öttürüyoz. Alkollusun diyolar, ayıp ya 2 bira bize koyar mı?” derken, başka bir çalışan Juseif İzaivi “Siz,sütlü kavenizle sigaranızı tüttürüyonuz he mi? Ben de sigaramı birayla tüttüriciim o zaman..” diye biranın çalışanlar için ne kadar elzem olduğunu belirtmiş.

Durumun tatlıya bağlanması çalışanlara günlük 3 şişe beleş bira içme hakkı tanınması ile olmuş. Michael,”Yahu ,zaten bi bira öğlen yemeğinde içilir, ikinci de vardiyanın sonunda. 3. birayı da belki içiyorlardır bizim çocuklar. Amma tantana yaptınız.” dese de işlerini sağlama almak isteyen Carlsrberg yetkilileri araçlara “Alcolock” taktırmışlar. Üfürme yöntemiyle çalışan alet alkollu olduğunuzu anlarsa aracın çalışmasını engelliyormuş. [Maydanoz yiyin maydanoz..]

9 Nisan 2010 Cuma

Neler olmuş - 12

İstanbul Üniversitesi’nde ağzı bozuk bir araştırma görevlisine tepkilerini göstermek için iki öğrenci (Abdülsamet ile Uğur) iddialara göre panoya ‘Konuşmaya davet. Konuşmacı: Araştırma Görevlisi Yusuf A., Konu: Akademide küfür, öğrenciye çok pis küfür nasıl edilir? Yer: Edebiyat Fakültesi Amfileri, Zaman: Önlem Alınmazsa her an’ ifadelerini içeren yazılar asmış. Bunun üzerine öğretim görevlisi de bu çocukcağızları mahkemeye vermiş, 2 sene hapisleri isteniyormuş. Abdülsamet ve Uğur’a hayatlarında başarılar diliyorum. Aklıma çok sevdiğimiz bir hocamızın yandaki fotoğrafa gördüğünüz zıvırtıdan kullanan bir öğrenciye olan repliğini getirdi: “Lan olm, göppek mi kaçtı .ıçına..”

Rusya bir yandan Amerika’ya “Küslük bozuldu dimi kanki, imzaladık sözleşmeyi de” derken diğer yandan İran’a “Mazallah lazım olur siz bu S-300 leri (orta ve kısa menzilde balistik ve benzeri hava saldırılarından korunmak için kullanılan hava savunma füze sistemi)” diyip paraları cukkalama derdindeydi. İran’ı nükleerden vazgeçirip rüzgar enerjisine yönlendirmek için yaptırımlar uygulanması konusunda da ayran gönüllü davranan Rusya, S-300 lerin teslimi geciktirmiş. İran “Parasıyla değil mi, nerde kaldı bu lahmacunlar? Vallaha bahşiş vermicem” diyerek umutlu tutumunu sürdürmüş. Yarın öbür gün ulaşır İran’a S-300 ler; ne de olsa dün dündür, yarın başka bir gün..

Washington-Denver seferini yapan uçağın tuvaletinde sigara içmeye çalışan Katarlı diplomat sigaranın dumanı farkedilince “Ehe ehe, ayakkabımı yakıcam” diye kendince şaka yapmaya kalkışmış. Bunun üzerine Amerikalılar “Amanın duman, adam da kavruk tenli, yandık anam bomba var, bombaa” diye koşuşturmuş. Katarlı diplomat “Benim diplomatik dokunulmazlığım var, bana elleşemen” dese de yaptığı şakanın sonucunda sorgudaymış, elleyen elleyeneymiş. Ne diyeyim:Sigara öldürür, sigarasızlık süründürür.


Son haftalardaki performansıyla Arda’dan daha iyi olduğunu Hıncal Uluç ve benzerlerine kanıtlayan Messi için bir yorum da Arsenal’in Rus bücüründen gelmiş. Arshavin, Sport-Express gazetesine verdiği röportajda “ Messi’ye bakınca kendi kendime ‘Ulan ben niye başladım ki futbola?’ diyorum” demiş. (You look at Messi and think: why did I even start playing football) Bunu duyan Galatasaray’ın kalifiye tercümeli Mert Çetin, Arshavin’e Arda hakkındaki düşüncelerini sormuş: “Can you make some comments about?”; Arshavin “About what?” karşılığını verince, Mert “Rijkaard’a ne desem anlıyordu, bunun kafası pek çalışmıyo galba” diye düşünüp “I am fine, thanks and you” diyip oradan uzaklaşmış.

8 Nisan 2010 Perşembe

Ryanair ..

Ryanair gezgin öğrencilerin dostudur. Ucuz uçuşlarıyla Avrupa’da ordan oraya kendinizi savurmanızda yardımcı olur. Koltuk sayısını arttırmak adına uçaklardaki tuvaletleri 1£ veya 1€ yapmayı düşünüyorlarmış. “3 tuvaletten 2 sini iptal edip yerine en az 6 tane koltuk koyarız” diyen Ryanair yetkilileri, ensesi kalınlar için de değişik servisler sunmayı düşünüyorlarmış.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Hayırlı tezkereler..

Askere gidecekler var önümüzdeki günlerde, yolcu etmek lazım...

Afiyet olsun..



PS: Sanırım, benim de rakım gelmiş hafiften :)

6 Nisan 2010 Salı

Neler olmuş - 11

Turunculu Yuşçenko’dan sonra Ukrayna Devlet Başkanlığı bayrağını taşıyan, bayrağı taşırken de Rusya’ya doğru sallayan Viktor Yanukoviç NATO’ya “Üyelik aidatı çok pahallı geldi, eve gidip beye sormam lazım” diyerek NATO üyeliği ile ilgili planları ötelemiş. Pazartesi günü, paskalya nedeniyle yumurta boyamaya Moskova’ya giden Viktor “Buraya kadar gelmişim, bare Dmitry ile iki lafın belini kıralım” demiş. Viktor, Medvedev’le görüştükten sonra “ Rusya bizim beşik kertmemiz, bizim NATO’ya girmemizi istemiyolarmış, onları mı kırıcaz” açıklamasını yapmış. Ukrayna'nın Rusya ve Belarus'la birlikte Gümrük Birliği'ne girmesi gerektiğini söyleyen Başbakan Yardımcısı Vladimir Seminojenko'yu eleştirerek, onun açıklamalarının, devlet politikasını yansıtmadığını söyleyen Viktor “Olm, yavrcum sen napıyon, yuvarlak yuvarlak konuşman lazım, sen değil koltuğun konuşuyo.. ” diyerek yardımcısını haşlamış. Sonrasında da “Ben onunla konuştum, bir daha böyle şeyler yapmayacak” diyerek konuyu kapamış. Yandaki fotoda arz-ı endam eden Viktor bu dedikleriyle “Adamın gol diyo” nun önüne geçilmesi gerektiğini ve de oturan tarafla değil düşünen tarafla konuşmak gerektiğini cümle aleme hatırlatmış.

İranlı genç kızlar yandaki fotoğrafta görünen futbol yeteneklerini sahalarına taşıyamayacaklarmış. “Türban takarsanız havadan gelen toplarda en az 2 cm kazancınız olur, bunu kabul edemeyiz” diyen FIFA İran bayan futbol takımının 2010 Gençler Olimipyat oyunlarındaki maçlara çıkmasına izin vermiyormuş. İranlı yetkililer ise “ 2 cm nin aramızda lafı mı olur? Biz türbanları tokayla iyice sabitleriz, vallaha saçsız gibi olur bizim kızlar” demiş. Buna karşın FIFA Genel Sekreteri Jerome Valcke “Vallaha kurtarmaz, hem Taylandlılara söz verdik, geçti artık.. bir dahaki sefere bakarız” diye karşılık vermiş. İranlı yetkililer konuyla ilgili toplanmışlar, bir sonraki turnuvada bayan futbolcuların saçlarını makyaj malzemesiyle kapatıp maçlara kel olarak çıkmaları tartışılıyormuş.

Dubai’de tatile giden İngiliz çift yemek yerken öpüşünce Arap yetkililer ”Böyle terbiyesizlik olmaz,mis gibi yemek yapıyoruz,siz yemek yerine birbirinizi yiyorsunuz” diyerek çifti hapishaneye yollamış. 1 aylık hapis cezasının yanında şarabı da fazla kaçırdıklarından dolayı 1000’er dirhem (272$) cezayı da ödemek zorundalarmış. Çifte kumrular temyize gidip gitmemeyi tartışırlarken Charlotte “Cezamı çekip, ülkeme dönmek istiyorum, bi daa da gelmem buraya” demiş.

Messi, sen kocaman bir çılgınsın..

5 Nisan 2010 Pazartesi

Sivasspor 1 - 1 Galatasaray

Maçın son dakikaları geçmek bilmiyordu. Galatasaray, 90 dakikalık sınavın son dakikalarında cevaplarını yetiştirmeye çalışıyordu. Bir dakika geçiyor, bir soruyu cevaplıyordu. Sorular kimi zaman zorluyordu ama Galatasaray öyle yada böyle doğru cevapları veriyordu. Sınavı geçmesi için bütün soruları doğru cevaplamalıydı. Ancak son soruların birinde takılıyordu Galatasaray...

“Yerden sekerek gelen sert şut ne tarafa doğru tokatlanır?” sorusuna yanlış cevap veriyordu. Oysaki Aykut şimdiye kadar onun çözdüğü sorularda hep doğru yanıt vermişti. Ama bu soruda verdiği cevap, topu sahanın içine, şampiyonluğu dışarıya doğru tokatlıyordu. Aslına bakarsak en az hata yapanlardan biriydi Aykut. Galatasaray için şampiyon olma ihtimali eski Fenerli Faruk’un maça sinek kaydı traşla çıkma ihtimali kadardı artık.

Sınav sonrasında o soruyu yanlış yaptığınızı anladığınız andaki ekşimeyle eşdeğerdi golü yediğimiz zamanki ekşimem. Yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu ama zaten sınav geçmişti onun için ekşime de çok sürmezdi. Belki başka konularla ilgili soruları daha iyi yapsaydı Galatasaray diğer sorular için yeteri kadar zamanı kalır doğru cevap verirdi. Gol pozisyonlarında daha düzgün vuruşlarla golü atabilmek gibi, gerektiğinde maçı 1-0 kazanabilmek gibi.. Son vuruşlarda biraz becerikli olsa Galatasaray 2. golü bulsa (sezon başından beri maç başına nerdeyse 2 gol yiyen Sivasspor’a karşı) maçın geri kalanı daha kolay geçicekti. (Halam kaybedince bıyık bırakıyor da..)

Puan kaybedilen maçlarda kaçırılan pozisyonlara yanmamak elde değil, diğer yandan “Bu takım ne zaman 1-0 ile maç kazanacak?” demeden de edemiyor insan.. Ama biliyoruz ya da umut ediyoruz ki Galatasaray’da planlar uzun süreli yapılmaya başlandı. O nedenle bu maçta kaybedilen puanını ekşiliği gelip geçer. Önemli olan yapımış olan ve/veya yapılmaya devam edilen hatalardan ders alınması ve önlem alınması.. Örneğin Jo’nun saçlarına ortadan makinayla girilmeli ki kafası biraz hava alsın rahatlasın, bütün enerjisi saçlara gidiyor çocuğun..

4 Nisan 2010 Pazar

Neler olmuş - 10

Daha gitmeden “Ya anne, ben sevmiom o çocukları, evde kalcam” mızmızlığı yapan çocuklar gibiydi Alman askerleri. İstemeye istemeye gittikleri Afganistan’ın Kunduz bölgesine ulaştıklarında eğlenceli günler onları beklemiyordu. Daha yeni 3 Alman askeri Taliban ile olan çatışmalarda öldürülmüştü ki Almanların karıştığı bir çatışmadan daha ölüm haberleri geliyordu. Ama bu sefer Almanlar başarmıştı, evet başarmıştı. 6 tane Afgan askerini öldürmüşlerdi. Afgan askerleri “Başak, vaşak, şak şak, taş“ diye geveleyerek parolayı bulmaya çalışıyorlar, ama parolayı hatırlayamadan yolun sonuna geliyorlardı.

Bild’e göre problemli, El Cezire’ye göre barışçıl mekanlarda takılan Alman askerleri “Bira bulamıyoruz,bu da haliyle performansımızı düşürüyor” diyordu. Almanlar hakkında görüş bildiren Taliban takımının golcüsü “Ya bırakın gidin, futbol oynayın siz.Onu kazanıyorsunuz nası olsa. Savaş, dövüş bizim işimiz” diyordu. Talibanın golcüsünün yorumu ve Köln’e erken dönen 3 Alman askerinin açılmayan gözleri Almanları düşüncelere sürüklemiş. Daha iki hafta önce “ Daha çok hücum edicez” diyen Alman komutanı, son olayların ardından Alman halkının tepkisinden dolayı orta sahayı güçlendirmek için “zenci” transferi planlıyormuş.

“ - Annneeee, oyuncak istemiyom ben. Gerçek tank istiyom, hem de 100 tane..
- İyi bakalım, eğer uslu olursan alırız. Tamam mı Recep Tayyip!”

("Mami, Mami, ich will aber 100 echte Leo2s haben!" - "Na gut. Aber nur, wenn du ganz brav bist, Recep Tayyip!")

Yukarıdaki dialogu ve yanındaki resmi taz’ın sitesinden çaldım. Hemen resmin altındaki yazıda Almanlar şakacı kişiliklerini ortaya çıkarmışlar. Açıklanan raporlara göre Almanlar 2008 yılında Türkiye’ye 100 tane Leo-2 tankı satıvermiş. “Valla sıcak bölgeler ateşli yemek servisimiz yoktur” ilanını camlarına yapmıştırmalarına rağmen, “Parayı veren düdüğü öttürür” düşüncesiyle 100 adet tankı Türkiye’ye satmaları herhalde "Kriz döneminde müşteri her zaman haklıdır" diye düşünmelerindendir.

Rusların başına taş yağacakmış. “Bizim hatunları beğenmiyom, gençken paranı söğüşleme derdindeler... Yok Mısır’a gidelim olmadı Küba’ya gidelim. Hep masraf hep masraf. Biraz yaşları geçince hadi çocuk yapalım, daha büyük evimiz olsun. Başa bela valla bunlar” diyen Sergey “Valla ben yabancı hatunlara bakıyom, bizimkiler işe yaramaz” diye devam etmiş. Pravda'da aynı haberin içinde verilen bilgiye göre Sergey ve arkadaşlarının %80’i hatunlara “Kendine karizma erkek arıyormuşun, benden karizma erkek olur mu?” derken Çinlilerde bu oran sadece %34 müş. Seyfettin Abi, Sergey’in dediklerini duyunca “Gelin canlar bir olalım değiş-tokuş yapalım. Ayrıca haddinizi bilin, çektim mi ippek gömlegi açık yakadan zincir de görükürse siz o zaman görürsünüz karizmayı” demiş.

Ofsayt..

Amstel'den değişik bir cinsiyet testi..

2 Nisan 2010 Cuma

Neler olmuş - 9

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçenlerde Obama’ya kahve içmeye uğramıştı. Obama, Benjamin’e ziyaret sırasında zift gibi kahveyi içirip İsrail’i Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşimler hakkında eleştirmişti. Güçlü Yahudi lobisi kuruluşu Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) “Bu artiste haddini bildirmek lazım” diyerekten açık bir ikaz mektubu yollayıp, “ Bak adamım, iki ülke arasındaki ilişkileri pekiştiricen, ne olmuş yani iki bina diktiysek? Gençlere ekmek kapısı oluyor hem” demiş. Daha önceden de kahve ziyaretinin çok geç saatte olmasını ve kapıda kol kola fotoğraf verilmemesini eleştiren AIPAC bunun için de bir mektup yollamıştı. Mektuplar hakkında konuşan eski Başkan Bill Clinton’ın Arap-İsrail ilişkileri özel danışmanı Robert Malley, “ İki kıytırık mektubun Obama’ya geri vites yaptıracağını zannetmiyorum. Eskiden olmuş olabilir ama Sülümancığımın dediği gibi: Dün dündür, bugün bugün” demiş..

Mektupların etkisi ne kadar var bilinmez ama Amerika, İran’a olan yaptırımlar konusunda Çin’e “Hadi be kankigil, he de gitsin işte. Valla çok sert vurmicam.Söz” diyerek en azından Çin’i masa başına oturtmayı başarmış. Bunu duyan İranlı nükleer müzakereci Said Celili koşarak Çin Dışişleri Bakanı’na gidip “ Yahu ciğerim, enerjinin 11%i ni benden alıyon, petrol desen bizdeki en son kalite. Suudi Arabistan sana ucuza verecekmiş diyorlar ama benden söylemesi içine su katıyorlar. Gel kırma güzel kardeşini” diyerek Çin’i kendi yanına çekmeye çalışmış. Çin ise “ Valla ben bu işlerin kardeş kardeş çözümlenmesinden yanayım. En kalitelisi hangisiyse onu alırım. Kavga dövüşe şimdilik gerek yok. Ama siz de nükleer bişiler yapıyomuşunuz, açın bakalım görelim napıyosunuz?” diyerek orta yollu tutumunu korumuş.

İran’ın başında böyle dertler varken Türkiye’nin derdi İran’ınkinden daha büyükmüş. Washington Post’un haberine göre cinsiyet şaşkını (Bakan ablaya göre “hastalıklı” insanlar) İranlılar baskılardan kurtulmak için Türkiye’ye kaçıyormuş. Isparta’ya doluşan yeni nesil İran gençlerine kucak açan yöre halkı (yanda) sevgi dolu bakışları yetmezse darbeli ve küfürlü sevgi gösterilerinde bulunuyorlarmış.

Kapalı alanda sigara yasağı yetmezmiş gibi şimdi de sigara filtresinde domuz kanı kullanıldığı iddiası tiryakilerin canını sıkmış. Kapalı alan yasağını borularla delen tiryakiler biraraya gelip durum değerlendirmesi yapmışlar. Zaman’ın haberine göre ,bu esnada tiryakilerin yanlarına gelen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye Ofisi Tütün Kontrolü Program Sorumlusu Dr. Toker Ergüder’in “ Sigaraların incelenmesi lazım ne olduğu ortaya çıkana kadar tüm sigara satışlarının durdurulması gerek” demesi kimi tiryakilerin pipoya başlamasında etkili olmuş. Diğer tiryakiler “Hacı, kesin zam yapacaklar, onun yolunu yapıyorlar.İyi bi stok yapmak lazım” diyerek bakkallara ve marketlere koşmuş.

Çalar Saat (?)

Uykum çok ağır, kalkamıyorum, kalkabilmem için kendime işkence etmem gerekir:

Neler olmuş - 8

Moskova metrosundaki olaylardan sonra bugün de Dağıstan’da patlayan bombalar 12 güzelim Rus’u öldürüyor, 23’ünü yaralıyordu. Rusya’da patlayan bombalar hakkında dolaşan çeşitli hurafeler vardı. Kimisi “Putin’in işidir bu, zamanında Çeçenya işgaline bahane olsun diye apartmanları bombalatmıştı zaten” diyor, kimisi “Çeçenlerin işidir. Kafkasya’da olanlar için ve Said Buryatiski’nin öldürülmesine missileme olsun diye yaptılar” diyordu. Çeçen lideri Doku Umarov (Fotodaki dayı) “Ben yaptım canlar telaş etmeyin. Söyledim çocuklara patlattılar bombaları ne güzel şenlik oldu değil mi?” diye açıklamalarıyla merakları gidermiş oldu. 2004 yılından bu yana nispeten huzurlu günler geçiren Rusları rahatsız eden bu saldırılarda neler olmuştu peki?

Jerusalem Post’ un “Metal dedektörü niye yok ki?”dediği Moskova metrosunda patlayan 2 adet yürüyen bomba 39 kişinin hayatına son vermesiyle başlayan olaylar ertesi gün Dağıstan’da bir araba dolusu bomba ve onlara eşlik eden polis görünümlü yürüyen bomba ile devam ediyordu.

Olayların ardından gerek Medvedev gerek Putin “Dişe diş, kana kan. İntikam peşindeyiz” derken, metrodaki olayların anısına metroya giden 82 yaşındaki eski Sovyet dönemi muhaliflerden Lyudmila Alexeyeva’nın başına beklenmedik bir olay geliyordu. Bu yaşlı teyzemin yaşından başından utanmadan muhalif hareketlere katılmasına kızan Konstantin Pereverzev “Lan, ırispi sen hala yaşıyon mu?” diyerek kafasına şaplağı yazıyordu. Polis tarafından hemen yaka paça indirilen Konstantin için polis “Valla ucuz bulmuş vodkayı, görmemiş gibi içmiş. Ağzını açıcak hali yok, ne küfrü, biz bir şey duymadık” diyordu.



Olaylar hakkında her ülkenin haber ajanslarından farklı sesler çıkarken, Alman Süddeutsche Gazetesi Umarov ‘u Kafkasların ‘Che’si olarak nitelendiriyor, “Ahanda şu takkeyi çıkar, sakalı biraz kes al sana bildiin Ernesto, valla billa aynısı” diyor; bunu duyan Turgay Şeren de “Ali Sami duy sesimi” diyerek konu hakkındaki görüşünü bildiriyordu. Almanlar “Bu adamlar enayi galiba, karı-kız dururken dağda yaşanır mı? Dikkat edin oğlum” diyerek Rusları uyarıyor, Umarov’un emrinde Kuzey Kafkasya bölgesinde 5000 silahlı gerilla olduğunu, bu da yetmezmiş gibi 30 tane eğitimli patlamaya hazır hatunlardan kurulu bir haremde zevk-ü sefa yaptıklarını belirtiyordu.

Olaylar Rusya ile ilgili olunca yazılanların hangisi doğru hangisi yanlış insan pek emin olamıyor. Ama kesin olan bir şey var ki 50 kişiden fazla insanın hayatını yitirdiğidir. Umarov’un “Biz Rusya’dan ayrı bağımsız
İslami bir devlet istiyoruz, söke söke alacağız” açıklamarıyla Medvedev’in “Çeçenistan’da yaşayanlar da Rus vatandaşıdır. Kuzey Kafkasya yabancı bir eyalet değil, Rusya’nın bir parçasıdır arkadaş, bunu unutmayın!” açıklamarıyla pek uyuşmuyor. Sanırım ikisinin de uyuştukları nokta ortamın biraz daha ısınacağıdır.